Osmanlı'da Harem Ağaları

Türk denilenler kimdir?
Cilt II. : Öcü imajı ismi yahut küfür olarak Türk
start: 10. octobre 2019, up-date: 10. octobre 2019
Osmanlı'da Harem Ağaları

 

Osmanlı'nın hocası: Bizans

Elbette ki hadımların harem bekçisi olarak kullanılması Osmanlılardan çok önce vardı. Fakat hanedanın kurucusu katil Osman'ın okuma yazması bile olmadığından, harem diye bir kurumdan haberi yoktu ve sadece yakaladığına tecavüz ediyordu.

Hadımların kadınların bekçisi olarak kullanılması Orta ve Uzak Doğuda yüzyıllardan beri gelenek olmasına rağmen, başşehirlerini Avrupa'ya kurmalarına ve Bizanslı Rumların pek çok adetini kabul etmelerine kadar, Türkler bu uygulamayı ne biliyorlardı, ne de buna ihtiyaçları vardı. Konstantinopolis'de uygulama yeni değildi ve hadımları görevlendirmenin Hristiyanlık devrinin ilk yüzyılında Domitian tarafından yasaklanmasına rağmen Bizans zamanında (bu uygulama, MGS) sürekli olarak görüldü.
(…)
Türk tarihçileri hadım çalıştırmanın başlangıcını on beşinci yüzyılın ilk çeyreğinde Muhammad I. Ve Murad II. ile kaydediyorlar.

Penzer, 1892, pdf2, B71B/2,134

Osmanlı sarayında Çelebi Sultan Mehmet, bir rivayete göre ise II. Murad döneminden itibaren çoğunluğunu Boşnak ve Rum kökenlilerin oluşturduğu beyaz ırklara mensup "Akağa" denilen hadımların çalıştırıldığı görülür.

Taneri, 23. 08. 19, B71B/4

Akağalar

TRKIMG20046
Kapu Ağası

 

Haremde Afrika'lı hadımların çalıştırıldığı TC'de bugün az çok biliniyor. Fakat sarayın pek çok görevinde beyaz hadımların çalıştırıldığı çok az biliniyor.
Saraydaki hadım görevlilere "ağa" deniliyor. Beyaz derili hadımlar "Akağa", siyah derililer "Karaağa" diye anılıyor.

II. Murad zamanında kapı ağası, hazinedarbaşı ve kilercibaşı gibi görevlilerin bu beyaz hadımlardan olduğu bilinmektedir; zamanla bunlar saray dışında da kullanılmışlardır.

Taneri, 23. 08. 19, B71B/4

Karaağalar

TRKIMG20048
Karaağa

 

Siyah çeşidi yaklaşık 1475 de Muhteşem Suleyman zamanında kullanıldı. Roxelan'ın (Hurrem Sultan, MGS) kişisel bekçileri hem siyah hem de beyaz hadımlardan oluşuyordu.

Penzer, 1892, pdf2, B71B/2, S. 135

İslam Ansiklopedisine göre karaağaların kullanılması daha da eski:

Fâtih Sultan Mehmed devrinden itibaren sarayda, özellikle haremde siyah hadım ağalarının (karaağalar) istihdam edildiği ve zamanla bunların sayısının arttığı görülmektedir. Osmanlı sarayından başka devlet büyüklerinin konaklarında da hadımlar bulunuyor ve bunların çoğunu yine siyahîler oluşturuyordu.

Taneri, 23. 08. 19, B71B/4

Mısır

Despotizm ve çok eşlilik hadımlara olan gereksinimi yarattı ve Kur'an'ın uyuşmazlıkları şaşırtıcı sürat ve rahatlıkla göz ardı edildi.

Penzer, 1892, pdf2, B71B/2, S. 134

İdeolojisi islam olan Osmanlı, harem için "zorunlu" olduğundan hadım etme olayını kabul ediyor, fakat "günah olduğundan" işlemi saraydan uzak tutuyor. Çocukları hadım edilmiş köleler olarak satın alıyor. Sarayın ve "devlet büyükleri"nin gittikçe daha çok hadıma ihtiyacı olduğundan, köle tüccarları hadım etme işlemini "endüstri" haline getiriyor.

Siyahî hadımların kaynağı Afrika idi. Sekiz-on bir yaşları arasında toplanan çocukların Mısı'da yapılan bir operasyonla erkeklikleri giderilir, daha sonra başta İstanbul olmak üzere büyük merkezlere sevkleri yapılırdı. Ancak devlet kademelerinde zaman zaman bu uygulamaya karşı çıkıldığı anlaşılmaktadır. Meselâ 1560'ta Prizren'de bir alay beyi, böyle bir ameliyat sırasında üç reâyâ çocuğunun ölümüne sebebiyet verilmesi yüzünden cezalandırılmış (EI2 [?ng.], IV, 1093), Şehid Ali Paşa'nın (ö. 1716) sadrazamlığı sırasında da Mısır valisine ve kadısına gönderilen bir fermanla Habeşîler'in kısırlaştırılmaması istenmiştir (Râşid, IV, 175-176). Fakat daha sonra bu fermana uyulmadığı ve Ebûtîc, Asyût'un güneyi ve Sudan'dan yukarı Mısır'a gelen güzergâhta her yıl 100-200 gencin iğdiş edildiği bilinmektedir. 1813-1814'te Yukarı Mısır'ı ziyaret eden Burckhardt biri Borgo bölgesi, diğeri Dârfûr olmak özere iki iğdiş merkezi bulunduğunu ve Kıbtî keşişlerin bu işi ücret kar?şılığında yaptığını tesbit etmiştir (Travels in Nubia, s. 294-296). Uygulamanın kesin olarak ancak Sultan Abdülmecid döneminde (1839-1861) durdurulduğu görülmektedir. Burckhardt, XIX. yüzyılda Afrika'dan Mekke ve Medine'ye haı?m gönderildiğini, Mekke'de nâib-i Harem'den sonra hadım ağasının önemli bir mevki işgal ettiğini, çoğu zenci olan bu hizmetçilerin Mescid-i Harâm'ın temizliğinden sorumlu olduğunu ve hücre-i saâdette görev yapan tavâşîlerin bundan sonra başka bir şahsın hizmetinde bulunamayacağını söyler (Voyages en Arabie, I, 211-214).
Ch. Pellat, "Kh???", EI2 (?ng.), IV, 1087-1092;
Râşid, Târih, IV, 175-176;
J. L. Burckhardt, Travels in Nubia, London 1822, s. 294-296;
J. L. Burckhardt, Voyages en Arabia, Paris 1835, I, 211-214;

Taneri, 23. 08. 19, B71B/4

Afrika'dan gelen çocukların hadım etme merkezi olarak kaynaklarda Mısır'ın adı sık geçiyor. Her ne kadar islamın yasaklarından dolayı sarayda bu iş yapılmıyorsa da, Mısır bir Osmanlı eyaleti idi.
Ayrıca Avrupa'nın çeşitli yerlerinden gelen akağaların hadım edildiği mezbahaların da Osmanlı sınırları içinde olduğundan emin olabiliriz.

Görevler

Osmanlı mantığına göre Karaağalar haremi korumak için bir "zorunluluk".
Ama özellikle akağalar Saray içinde ve hatta dışında pek çok önemli memuriyetlerle görevlendiriliyor. Bu memurların hadım olmaları için sarayın sapık geleneklerinden başka bir zorunluluk yok.

Saraydaki çeşitli memuriyetleri Bobowski tafsilatlı olarak anlatıyor.

Schachiner, mc publishing, 2017, Lager

Babussaade, Darussaade

Bunlar beyaz hadımlar (akağalar) ve zenci hadımlar (karaağalar) olmak üzere iki ayrı sınıftı. Akağalar, sarayın Enderun bölümünün başladığı yer olan ve Babüssaâdede denilen kapısında görevli olduklarından kendilerine Babüssaâdede ağaları unvanı verilmişti. Âmirleri olan Babüssaâdede ağası, aynı zamanda bütün Enderun ve Harem görevlilerinin âmiriydi. Hadım ağalar sarayın kadınlara ait kısmına nezaret ettiklerinden kendilerine "kızlar ağası" da denilmiştir (TSMA, nr. D. 34, vr. 25b, 97b; nr. E. 6196). Şehzadelerin maiyetinde de Dârüssaâde cemaati ve tavâşî; ağaları vardı (TSMA, nr. D. 743).

Bâbüssaâde ağalığı ile Dârüssaâde ağalığı arasındaki kesin ayırım ise XVI. yüzyılda gerçekleşti. 982'de (1574) Habeşî Mehmed Ağa kendisine verilen yetkilerden faydalanarak Dârüssaâde ağalığı görevinin Bâbüssaâde ağalığından ayrılmasını sağlayıp Dârğssaâde ağası unvanını aldı. 995'te de (1586-87) Bâbğssaâde ağalarının idaresinde olan Evkâf-ı Haremeyn nezâreti görevini üzerine alıp sarayda üstün bir duruma geldi. Akağalar, Harem'de yaklaşık 150 yıl devam eden nüfuzlarının karaağalara geçmesini hiçbir zaman kabullenmeyerek mücadelelerini sürdürmüşlerdir. Habeşî Mehmed Ağa 999'da (1590) vefat edince yerine Habeşî ağalardan Server Ağa geçti. Harem ağaları ile olan geçimsizliği sebebiyle görevi uzun müddet sürmedi. Ağalığı sırasında kapı oğlanlarını taşra halkı ile muamele ve muhabereden menettiği için tavâşî ağalar onun aleyhinde birleşerek Mısır'a gönderilmesine sebep oldular. 1591'de yerine geçen akağalardan Bosnalı Hacı Mustafa Ağa'ya ilâve görev olarak Dârüssaâde ağalığı da verildi. 1595'te emekliye ayrılarak kendi isteğiyle Mısır'a gitti. 1595-1621 yılları arasında karaağalardan Osman Ağa, Abdürrezzak Ağa, Cevher Ağa, Hacı Mustafa Ağa, Süleyman Ağa ve Abdurrahman Ağa Dârüssaâde ağalığı görevlerinde bulundular (Ahmed Resmî Efendi, TSMK, Emanet Hazinesi, nr. 1403). 1621'de Bâbüssaâde ve Dârüssaâde ağalığı görevlerini birlikte sürdüren Malatyalı İsmâil Ağa, akağalardan Dârüssaâde ağalığı görevinde bulunan son ağadır (TSMA, nr. E. 1725/1, 7364/77, 8395/1). Nitekim 1623'te karaağalardan İdris Ağa'nın Dârüssaâde ağalığına getirilmesinden itibaren 1922'ye kadar Dârüssaâde ağalığı görevi karaağaların sorumluluğunda kaldı ve bunlar akağalar üzerindeki üstünlüklerini son devirlere kadar devam ettirdiler. Son Dârüssaâde ağası Said Ağa'dır. Fâtih Sultan Mehmed'in son zamanlarından 1922 yılına kadar yaklaşık yirmi bir akağa, yetmiş yedi karaağa Dârüssaâde ağalığı görevinde bulundu. Dârüssaâde ağaları "ağa hazretleri" (TSMA, nr. D. 3136), "ağa efendi" (TSMA, nr. D. 9774; E. 414/1) ve "büyük ağa" unvanlarıyla da anılmışlardır.

Altındağ, 23. 08. 19, B71B/5

Ameliyat

Hadımlık iğnesi yokken, orayı orakla keserlerdi.

İnternet Kaynakları: Bardakçı, 23. 08. 19, B71B/3

Murat Bardakçı hadım etme vahşetini meal olarak aktarıyor ve kaynak olarak Penzer'i gösteriyor. Penzer'in bu işlemi Çin yöntemi olarak Stent'den aktardığını belitmeyi unutuyor:

Stent, Journal of Asiatic Society, North China branch (1877), S. 171.

Penzer, 1892, pdf2, B71B/2, S. 144


Yöntemler tüm ülkelerde benzer gözüküyor, sadece yerel farklar kanamayı durdurma ve kanalların şişmesini önleme sorunlarında görülüyor. Stent, Çinli hadımlara uygulanan yöntemin ayrıntılı bir açıklamasını veriyor:

İşlem şu şekilde gerçekleştirilir:

Penzer, 1892, pdf2, B71B/2, S. 143 (Ç: MGS)

Önemli bir hata bulunmadığından Bardakçının tercümesini aktarıyorum:

Göbeğin altı ve baldırlar, aşırı kanamayı önlemek için bandajlarla sarılırdı. Hadım edilecek kişi sırtüstü yatırılır, operasyon bölgesi enfeksiyon riskini azaltmak için acı biber karıştırılmış su ile üç kez yıkanırdı. Ameliyat bölgesi iyice temizlendikten sonra, orağa benzeyen küçük bir bıçak vasıtasıyla testisler ve penis, mümkün olduğu kadar dibinden kesilirdi. Penisin kökündeki kanala gümüş bir iğne yahut metal bir çubuk sokulur ve idrar akışı geçici bir süre durdurulurdu. Yara, iltihabı ve kanı emmesi için soğuk su içine yatırılmış kâğıtlarla kapatılır ve üzeri sarılırdı. Sargı tamamlanınca, hadım hemen yürütülür ve daha sonra yatırılırdı. Hasta hem tuvalet ihtiyacını gideremeyeceği, hem de yarası nedeniyle büyük acılar çektiğinden, üç gün boyunca su içmesine izin verilmezdi. Ameliyatın üçüncü gününde sargılar açılır, gümüş iğne yahut metal çubuk çıkarılır ve hasta, idrarının aniden bir şelale gibi akmasından büyük rahatlık duyardı. Hadım idrarını yapabildiyse, tehlikeyi atlatmış olurdu ama eğer yapamazsa idrar kanalları enfeksiyon kapmış ve şişmiş demekti. Birkaç gün sonra, büyük acılar içerisinde ölümün gelmesi artık kaçınılmazdı.

İnternet Kaynakları: Bardakçı, 23. 08. 19, B71B/3

Saraydaki hadımlardan bahsederken Sandys ve Rycaut, bunların su dökerken kullandıkları gümüş kalemleri sarıkları altında sakladıklarını yazar.

Penzer, 1892, pdf2, B71B/2, S. 144

Hadımların sonu

1924 de Hilafet lağv edildi ve pek çok saray görevlisi sokağa atıldı.


Saltanatın lağv edilmesinden sonra hepsi sokakta kaldı. Servet sahibi ağalar kendilerine herkesten uzak ve yapayalnız bir hayat kurdu, parası olmayanlar ise 'Haremağaları Teavün Cemiyeti' adlı bir derneğin çatısı altında toplanıp birbirlerine destek olmaya çalıştı. Haremağalarının sonuncusu olan Hayreddin, hayata 1979'da veda etti.

İnternet Kaynakları: Bardakçı, 06. 10. 19, B71B/8

50li yıllarda babam beni bir kere, içinde hayvanat bahçesi de bulunan Gülhane Parkı'na götürmüştü. Hemen girişte, sol tarafta, bir ihtiyar adam, ne siyah ne beyaz, solmuş gri derili, oturuyordu. Ziyaretçilerin sorularını cevapl?yor ve karşılığında sadaka alıyordu. Sesinin düdük gibi olduğunu, uzun bir kaftan giydiğini, çok şişman olduğunu ve kocaman memelerini hatırlıyorum.

Günümüzde saray hadımlarının algılanması

TC- Diktatörlüğü Osmanlı'nın katliam ve soykırım dahil pek çok geleneğini miras olarak aldı. Osmanlı devrinin pak çok halkın iştirakı ile yaratılan büyük kültürr mirasını, mimari, müzik, minyatür, hat... sistemli bir şekilde bir daha gelmemek üzere yok etti. Osmanlı'nın bütün sapıklıklarının (günümüzde hala) devam etmesine rağmen, yeni sarayları ağalar değil, "mehmetçik"ler koruyacaktı.

Günümüzde TC vatandaşlarının ya okuma yazması, dolayısıyla tarih ğrenme imkanları hiç yok, yahut diktatörlük krurucusunun emriyle uydurulan sahte tarihi öğreniyorlar.
Ben Viyana'ya ilk geldiğimde her ailenin çamaşır makinesi yoktu. Her mahallede bir "Waschssalon" (=çamaşır salonu, çamaşırhane) vardı. Avrupa'da çamaşırhaneler artık kalmadı. TC'de bunlara "Üniversite" diyorlar. Bu işletmelerde "beyin" yıkanıyor.

Bakalım okuma yazma bilen profesyonel yalaka TC- profları bu konuda ne diyor:

Çamaşırcının yüzsüzlüğü

Prof. Dr. Ahmed Akgündüz, Osmanlı Araştırmaları Vakfı Başkanı, öğrencilerin beyinlerini böyle yıkıyor:

Hadım yani bazı insanların zorla cinsî iktidarsızlığa itildiği iddiasıdır. Bunun da aslı şudur:

Özellikle Mısır ve Habeşistan çevresindeki bazı kabileler, Osmanlı Sarayına girmek hevesiyle kendi kendilerini hadım ettirmişlerdir. Ayrıca bazı zorba esir tüccarları da esir zencileri hadım ettirerek İstanbul'a kadar getirip satmışlardır. Osmanlı Padişahlarının aile hayatının geçtiği yer olan Harem'e yabancıların girmesi yasaktır. Ancak dışarıdan alınacak bazı şeyleri almak ve bir kısım ağır işleri yapmak da kadın köleler için ya caiz değildir veya çok zordur. İşte bu hizmetler, hadım denilen insanlara yaptırılmıştır. Bunlar, zannedildiği gibi, Harem'in ta yatak odalarına kadar giremezler.

Akgündüz, 1997, pdf9, S. 35

Hadımların yükselmesi

Padişahla yüz yüze karşılaşma imkanları olan harem ağalarından bazıları zamanla bu tanışıklığı derinleştirme imkanı bulmuş ve bu sayede yüksek mevkilere yükselmişlerdir. Elbette ki bunlar, kurbanlar arsında çok küçük bir azınlıktır.

Daha çok padişahın özel hizmetine ayrılmış olan akağalardan Şehâbeddin Paşa Rumeli beylerbeyiliğine ve vezirliğe, Atik Ali Paşa, Hadım Sinan Paşa, Hadım Süleyman Paşa, Hadım Mesih Paşa, Hadım Hasan Paşa ile Gürcü Mehmed Paşa da vezîriâzamlığa kadar yükselmişlerdir.

İnternet kaynakları, Taneri, 23. 08. 19, B71B/4

Dikkat edelim: Bunların hepsi "Akağalar"dır.

Rezaletin zirvesi

İşsizliğin gittikçe arttığı TC-diktatörlüğünde çamaşırhanelerin ve çamaşırcıların sayısı da artıyor. Bunlardan biri de Marmara Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü'nde beyin yıkayan Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil.

Köle tüccarlarınnın eline geçtiklerinde hadım edildiklerinden, dünyaları karardı. Sonra bir büyük cihan devletinin sarayında açtılar gözlerini. Ağalar Ocağında tam bir görev adamı olarak yetiştirildiler. Padişaha en yakın olmanın gururunu doyasıya yaşadılar. Osmanlı hareminin asırlarca bir sır olarak kalmasını sağlayanlar onlardı...
Onlar genellikle Habeşistan ve Orta Afrika'da daha çococuk yaşta iken çeşitli yollarla esir tüccarları tarafından elde edilirlerdi. Ardından ve belki de ne olduğunu dahi anlamadan bir operasyonla hadım edilirlerdi. Ancak aşağılık insanlar elinde yaşama ve üreme zevklerini körelten bir ameliyeden geçmenin, kendilerine ne gibi hür ikbal kapısı açtığını da elbetteki bilemezlerdi.
Nitekim hadım edilen bu çocuklar artık saraylara layık bir meta idiler. Saray ise onlar için hiç bir zaman basit ve silik insanların hizmet verdiği bir mekan olmadı.

İnternet kaynakları, Şimşirgil, 23. 08. 19, B71B/6

Kendisine ne demek gerekir? Benim küfür etme alışkanlığım yok.
Ne mutlu saraya köle olana? Ne mutlu devşirmelere? Ne mutlu Türküm diyene?


Bundan sonraki yazımızda erkek çocuklara bunları yapan Osmanlı'nın kız çocuklara nasıl davrandığını göreceğiz.
FORUM
Bibliyografik kaynaklar
İnternet Kaynakları
İkonografik kaynaklar
Literatür
geri
devam