Türk, Oğuz ve Kayı dolandırıcılığı

Türk denilenler kimdir?
Cilt II. : Öcü imajı ismi yahut küfür olarak Türk
 
start: 17 january 2019, up-date: 17 january 2019
Türk, Oğuz ve Kayı dolandırıcılığı

 

Bundan önceki yazılarımda Aşık Paşazade ve Oğuz masalıyla daha sonra igileneceğime söz vermiştim. Resmi TC tarihine göre Osmanlı Hanedanı "Oğuzların Kayı Boyu"ndan geliyor. Osman Gazi'nin nereden geldiğini bilmiyoruz ama, bu masalın nereden geldiğini biliyoruz.

Bu yazıda bununla uğraşacağız.
Osman Gazi bahsine dönelim:

Diğer rivayete göre (diğerleri yanında özellikle Aşık Paşazade yoluyla çok tanınan) Alâeddîn Söğüd'ü Ertoğrul'a kışlık otlak olarak veriyor. Burada Hicri 678/1288 de öldü.

(Ç: MGS) Kreiser, 2001, A2421B, S.7

Âşıkpaşazade Tarih'inde Osman'ın soy kütüğünü Oğuz Han'a kadar götürür.
(...)
Osmanlı Sultanları bundan sonra bu teoriyi hararetle benimsemiş ve bir Oğuzculuk geleneği gelişmiştir.

İnalcık, 17.12.2018, B5914B/21, S.444

Aşık Paşazade (1400- ca. 1500?) ilk Osmanlı kronistlerinin en tanınmış olanı. Fakat "Oğuzculuk" Paşazadeden çok daha eski.

Oğuz isminin geçtiği en eski tarihi belge Kaşgarlı Mahmud'a ait. Bu kitabın birinci cildinde "Was heißt Türk, Band I., Türk als historische Volksbezeichnung, ISBN: 978-3-9502348-5-5" Kaşgarlı ve kitabına büyük bir bölüm ayırdım. Buradan bazı alıntılar yapacağım.

Kaşgarlı Mahmud, Kitabu diwan lugati-t-turk

Kitabını yazmağa 1072'de başladı ve 1074 yılında bitirdi. 1075 yılında Bagdad Halifesine ithaf etti.

Ülkütaşır, 1946, A34903B, S 29 (Özetleyen: MGS)

Kutsal Yalavaç postunda oturan, Hâşim soyundan, Abbas oğullarından imam bulunan ulumuz, efendimiz abul-kasim abd ul-lah katına armağan ettim ki imanı olanların beyi ve Tanrının halifesi olan Muhammed al-muqtadi b-amrullah in oğludur.

Atalay, 1939, A34407B, S 4

Schachiner, 2018, Lager, S. 106

Tanrının Halifesi, yani "sonradan geleni", "yerine geçeni" ibaresi, ilk Türk ırkçılarının islamdan habersizliğini gösterdiği için ilginçtir.

Abu al-qasim al-abd allah bin mahmad al-muqtadi, Bagdad Halifesi, 1075- 1094.

Ülkütaşır, 1946, A34903B, S 29, 36 (Özetleyen: MGS)

Schachiner, 2018, Lager, S. 106

Kaşgarlı kitabını Bagdad'da yazıyor ve Bagdad halifesine ithaf ediyor.
Bu zamanda Bagdad'da neler oluyor?
Adı geçen kitabımdan aktarıyorum:

1000 yılında Oğuzlar'ın bir kolundan gelen aşiret reisi Selcuk islam dinine dönüyor. 1055te onun neslinden gelenlerden biri, Tugril, Bagdad'a giriyor. Böylece Selcuklar Bagdad'daki Abbasi Halifeliği üzerinde "koruyucu iktidar" oluyorlar. Tugril İran ve İrak'ın büyük bir kısmını fethediyor. Bagdad Halifesi ona "Sultan" unvanını veriyor. Bundan itibaren tarihçiler bir "Selcuk İmparatorluğu"ndan bahsediyor.

Schachiner, 2018, Lager, S. 116

abu al-kasim abd allah bin mohammed ad zahira bin abd allah qa'im al-muktadi bi amr illah Abbasi'lerin 27. halifesi. Halifelik yılları 1075-1094.
1031-1075 arasında halife olan, babası Al-Qa'im.
Bu durumda Kaşgarlı kitabını ona cülusundan önce, yahut kitabın bitişinden daha sonraki bir tarihte ithaf ediyor.
1055'ten beri Abbasi halifeleri Selçuklu'ların "koruması" altında. Al muqtadi'nin siyasî ve askerî bir gücü yok. Al-Muqtadi vezir Nizam al-Mulk ile anlaşmazlık halinde.
Malik Şah I. (1072–1092) al-Muqtadi'yi Şam yahut Hicaz'a sürmeyi düşünüyor.
Böyle bir zamanda, Oğuz kelimesini ilk defa gördüğümüz kitabını Muktadi'ye ithaf eden Kaşgarlı, Oğuz aşiretinden geldiği iddia edilen Selçuklular'dan söz etmiyor.
Anlaşılan, Karahanlılar'dan gelip Abbasiler'in hizmetine giren Kaşgarlı'nın Selçuklular'la arası iyi değil. Mahmud kitabını Arapların "Turk" dedikleri için değil, Araplar için ve Arapça yazıyor.
Mahmud'un Arapları aldatmak için anlattığı yalanları görmek için kitabıma geri dönelim:

Atalay'a göre Mahmud Allah'ı övdükten sonra aşağıdakileri yazıyor:
İmdi, bundan sonra Muhammed oğlu Hüseyn, Hüseyn oğlu Mahmud der ki: "Tanrı"nın devlet güneşini türk burçlarında doğdurmuş olduğunu ve onların mülkleri üzerinde gökyüzünün bütün teğrelerini döndürmüş bulunduğunu gördüm. Tanrı onlara Türk adını verdi ve onları yeryüzüne ilbay kıldı. Zamanımızın hakanlarını onlardan çıkardı; dünya milletlerinin idare yularını onların eline verdi; onları herkese üstün eyledi; kendilerini hak üzerine kuvvetlendirdi. Onlarla birlikte çalışanı, onlardan yana olanı aziz kıldı ve Türkler yüzünden onları her dileklerine eriştirdi; bu kimseleri kötülerin -ayak takımının- şerrinden korudu. Okları dokunmaktan korunabilmek için aklı olana düşen şey, bu adamların tuttuğu yolu tutmak oldu. Derdini dinletebilmek ve Türkler'in gönlünü almak için onların dilleriyle konuşmaktan başka yol yoktur. Bir kimse kendi takımından ayrılıp da onlara sığınacak olursa o takımın korkusundan kurtulur; bu adamla birlikte başkaları da sığınabilir."

Atalay, 1939, A34407B, Band 1, S. 3-4

And içerek söylüyorum, ben, Buhara'nın -sözüne güvenilir imamlarından birinden ve başkaca Nişabur'lu bir imamdan işittim, ikisi de senetleriyle bildiriyorlar ki Yalavacımız kıyamet belgelerini, ahir zaman karışıklıklarını ve Oğuz Türkleri'nin ortaya çıkacaklarını söylediği sırada, 'Türk dilini öğreniniz; çünkü onlar için uzun sürecek egemenlik vardır' buyurmuştur.

Atalay, 1939, A34407B, S. XVIII

Schachiner, 2018, Lager, S. 113

Kâsgarlı 'Türk' maddesinde de şunları yazmaktadır:
"Türk:Tanri yarlıgayası Nuh'un oğlunun adıdır. Bu tanrının, Nuh Oğlu Türk'ün oğullarına verdiği bir addır.
(...)
Türk sözü, Nuh'un oğlunun adı olduğunda bir tek kişiyi bildirir, oğullarının adı olduğunda 'beşer' kelimesi gibi çokluk ve yığını bildirir. Bu kelime, müfret ve cemi yerinde kullanılır, nitekim 'Rum' kelimesi Tanrı yarlıgayası İshak'ın oğlu İysu'nun oğlu Rum'un adıdır; oğulları da bu adla anılmıştır, Türk kelimesi de böyledir.
(...)
Çünkü bize: Kâşgarlı 'Halef oğlu İmam Şeyh Hüseyin', ona da 'İbn ül-Garkî' denilen kimse, İbn -ü Ebüd-dünya denmekle maruf 'Eşşeyh Ebu Bekir El Müfid ül-Cerceraî'nin âhir zaman üzerine yazmış olduğu kitabında ulu yalavaca (Peygambere) tanıkla varan bir hadîsi yazmış, hadîs şöyledir: Yüce Tanrı 'benim bir ordum vardır, ona (Türk) adı verdim, onları doğuda birleştirdim. Bir millete kızarsam Türkleri, o millet üzerine musallat kılarım' diyor. İşte bu, Türkler için bütün insanlara karşı bir üstünlüktür. Çünkü Tanrı onlara da vermeyi kendi üzerine almıştır; onları yeryüzünün en yüksek yerinde, havası en temiz ülkelerinde yerleştirmiş ve onlara 'kendi ordum' demiştir.

Atalay, 1939, A34407B, S 350-353; Ülkütaşır, 1946, A34903B, S. 20

Schachiner, 2018, Lager, S. 114

Mahmud bu yazdıklarıyla neyi amaçlıyor?

İran ve İrak'ta eskiden beri çok sayıda autochthon halk yaşıyor. Oğuzlar burada hiçbir zaman halkın çoğunluğunu oluşturmuyor. Tugril sınırlara Oğuzları yerleştirmeye uğraşıyor. Ama Oğuzlar göçebe olarak kalıyorlar ve hiçbir zaman yerleşik olmuyorlar.
Dinin dili Arapça'ydı.
Selcuklar bir askerî iktidardı, ama küçük bir savaşçı grubu olarak kaldılar. Göçebeler olarak uzun zamandır Asya'da hakim olan Fars kültürüne büyük saygı gösteriyorlardı.
Sarayın dili Farsça idi. Böylece Farsça, Selcuk egemenlerinin de dili oldu. Araplar'ın "Turk" diye andığı göçebelerden savasçı olarak korkuluyordu, ama onların sosyal konumu çok aşağıda idi. Bunlar kültürsüz vahşiler ve yabancılar olarak görülüyordu.
Mahmud, Turk'un varlığını, İslam'ı tahrif ederek gerekçelendirmeye (legitimation), hatta onun İslam-Arap cemaati içindeki itibarını yükseltmeye çalışıyor.

Bu da hikâyenin zirve noktası:
İslama büyük hizmetler veren Ofşin, türkçe bir kitap okuduğu için idama mahkum edildi.

Atalay, 1939, A34407B, S XXX4 (Özetleyen: MGS)

Bu ne demek?

İslam İmparatorluğu'nun sürekli genişleyen topraklarında Lingua Franca olarak Arapça, başlıca iki dil ile rekabetteydi: Orta-Helleniki (=Bizans dili) ve Farsça. Burada "Turk" diline yer yoktu.
Turk sadece köle- ve paralı-asker olarak yararlı idi.

Schachiner, 2018, Lager, S. 114-117

Okuyucunun dikkatini iki hususa çekmek isterim:

Birincisi, kitabın orijinal el yazması kaybolmuş. Atalay'ın Türkçe'ye çevirdiği, el yazması bir kopya.

Bir tek olan el yazması nusha, "muhammed damajqi" isimli biri tarafından, orijinalden yaklaşık ikiyüz yıl sonra kopya edilmiş.
Babasının adı "al-fath al-savi". Yani babasi Save (İran) den geliyor ve Şam'da yaşıyor. Atalay'a göre Muhammed hiç Türkçe bilmiyor ve Arapça'yı da iyi bilmiyor. Atalay çok sayıdaki yazı hatalarının Mahmud'a değil, bu adama ait olduğunu tahmin ediyor.

Atalay, 1939, A34407B, S. 16 (Özetleyen: MGS)

Kopyacı bu kitabı neden kopya etti? Bu iki yüzyıl içinde olanlar kopyacıyı ne kadar etkiledi, bilemiyoruz.

İkinci husus, Atalay'ın dili.

Ben Mahmud'un kitabının Arapça orijinalinin tıpkıbasımını 2005'te okudum. Bu yüzden ondört yıl sonra kitabı yeniden okumaya niyetim yok.
Atalay'ın çevirisi muhteva olarak aşağı yukarı dogru. Ama Türkçe'si korkunç. Buna rağmen, işimi gereksiz yere arttırmamak için, alıntıları Atalay'dan, yani önceki kitabımdan aldım.

Atatürk'ün emrindeki Ermeni linguist Agop Martayan, TC-Türkçesi denilen dili icad edeli çok olmamış. Türk ırkçısı ve diktatörlüğün görevlisi olarak Besim Atalay bu dili kullanmak zorunda. Böylece "Allah" "Tanrı", "Peygamber" "Yarlıga" ve "Yalavaç" oluyor. Araplar, Orta-Asya'dan gelen göçebelere "Turk" diyorlar. Mahmud, kitabında "Turk" yazıyor. Kelimenin son harfi "q" (=kaf) değil, "k" (kef), yani "kâfir"in "k" si. Arapça'da "ü" yok. Atalay "Turk"u "Türk" olarak "çeviriyor".

Dediğim gibi: Kitabımın birinci cildinde Mahmud'a yeteri kadar yer ayırdım. Daha fazla bilgi isteyenler buraya bakabilir. Şimdilik Mahmud masallarını burada kesiyorum. İlerde çeşitli "Oğuzname"leri karşılaştırırken kendisine bir daha döneceğiz.

Şimdi başka bir sorunu çözmemiz gerekiyor: Onbeşinci yüzyıldaki Osmanlı kroniklerinde, Mahmud'un Divan'ındaki masallara benzeyen anlatımlar çeşitli varyasyonlarıyla tekrar önümüze geliyor. Bu kronikçiler Divan'ı okudular mı?

Bütün yoğun araştırmalara rağmen TC araştırmacıları Osmanlı "teracim-i ahwal" kitaplarında bu kitaba ait bir kayıt bulamıyorlar. Sadece "Katib Çelebi" kendisinin "keşf az-zunun"unda bundan bir kaç satırla bahsediyor. Çelebi'de kitabın ismi "diwan lugat it-trk". Arapça'da, okuyucunun kelimeyi tanıdığını varsayarak, bütün vokaller yazılmaz. Osmanlılar Arap harflerini kullanıyordu.
Osmanlılar Turkman'ları "Tirk, çoğul Etrak" diye anıyorlardı. Çelebi'nin orijinal yazmayı görmüş olması mümkündür.
Literatür: Çelebi, Keşfüz-Zunun, TRKLİ20011

Atalay emin değil: Çelebi bu kitabı kendisi mi gördü , yoksa kaydı "Ayni"ye mi dayanıyor?
Atalay, 1939, A34407B, S XIX.

"Ayintab"lı (bugün Gaziantep) "bedr ad-din ayni" kendisinin "ikdülcüman fi tarihi ehlizzaman"ında (Başlığın transliterasyonu: Ülkütaşır, MGS)

Literatür: bedr ad-din ayni, ikdülcüman fi tarihi ehlizzaman, TRKLİ20012

Turkman ve Oğuz hakkında bildiklerini "Lugat"ta gördüğünü bildiriyor.
Ülkütaşır, 1946, A34903B, S 36; Atalay, 1939, A34407B, S XX, (Özetleyen: MGS)

"şahab ad-din ahmed", "ayni"nin kardeşi,
kendisinin "tarih al bedr fi awsaf" ında bazı şeyleri "Lugat"dan alır.

Ülkütaşır 1946, A34903B, S 36 ;Atalay, 1939, A34407B, S XX, (Özetleyen:MGS)

Schachiner, 2018, Lager, S. 107-108

Görüyoruz ki, Mahmud'un Lugat'i onbeşinci yüzyılda "her eve lâzım" bir kitap değil. Bu hikâyeleri onbeşinci yüzyılın Osmanlı kronistleri nereden biliyorlar?

Bu bulmacayı bundan sonraki yazımızda çözmeye çalışacağız.

Bibliyografik kaynaklar
İnternet Kaynakları
İkonografik kaynaklar
Literatür
geri
devam