Ortaçağın kabaresi: Oğuz Türkleri

Türk denilenler kimdir?
Cilt II. : Öcü imajı ismi yahut küfür olarak Türk
home
görüşlerinizi, eleştirilerinizi, tavsiyelerinizi bana yazın:
start: 17 january 2019, up-date: 22 February 2019
Ortaçağın kabaresi: Oğuz Türkleri

 

Oğuz

Oğuzname'den önce "Oğuz" kelimesine bakalım.

Arapça "gain" harfi, Arapça'da, Kuzey Alman dialektlerinde gırtlaktan seslendirilen "r" gibi okunur. Atatürk'ün emriyle Hagop Martayan'ın yarattığı "TC-Türkçesi" alfabesindeki "ğ" harfinin karşılığı olan bir konsonant Türkmen dialektlerinde yoktur. Arapça, Farsça ve Osmanlıca textlerdeki "gain" harfi TC- Türkçesine "ğ" olarak naklediliyor.

Martayan zamanındaki İstanbullu aydınlar bu harfi kendine has bir konsonant olarak değil, kendinden önceki vokali uzatan bir işaret olarak konuşuyorlar.
"Ağa" (=Aa), "Ağiz" (=Aaz).

Türkmen dialektlerinde üç adet konsonant "g" var.

1. "Gerek" ve "gül" deki "g", "kef"le yazılıyor. Kefin üstüne bir ilave çizgi çekiliyor. Bu "g" nin arkasından "a" gelirse "gâvur" olarak okunuyor. TDK salakları konsonantı mertek sandıklarından "a"nın üstüne şapka koyarak "a"yı incelttiklerini sanıyorlar.
2. "Sen"in "n"si. "Kef"e özel bir işaret konuluyor ve genizden "seng" olarak okunuyor.
3. "Gavat", "Galata" ve "gaddar"ın "g"si. Bu harf Osmanlıca'da "gain" ile yazılıyor.

Atatürk devrinde dünya dillerinin büyük kısmı gibi tarihi bir gelişim sonucunda değil, yukardan aşağı bir emirle sun'i olarak sakat yaratılan TC-Türkçesi günümüzde öyle bir hale gelmiştir ki, artık bu "dil"in "kuralları"ndan bahsedilemez.

Orta çağdaki destanlarda gördüğümüz bu kelimeyi ya "Ooz", yahut "Oguz" olarak okuyabiliriz.
Biz ikincisini tercih ediyoruz.

Oğuzname

Oğuznâme'nin muhtevasi bize açıkça gösteriyor ki Müverrih adı verilen râviler, en umumî tarih bilgisinden mahrum kimselerdir. Yazan da, belki bilgisizliğinden, rivayetleri tarihi bilginin murakabesinden geçirmiyerek dinlediğini kaydetmiştir. Rivayetlerin tarih olarak en yenileri râvilerin kendi zamanlarından 200-250 yıl önceki olaylar ile ilgilidir. Bu husus rivayetlerin haiz oldukları değerin mahiyeti üzerinde önceden belki bir fikir verebilir.

Sümer, 1963, B63B/1, S. 359-360

Eğer bu satırları ben yazsaydım, TC tarihçileri bana "gâvurdan dost, domuzdan post" gibi TC-bilimlerine has bir formülle cevap vereceklerdi. Ama bunları yazan Faruk Sümer, Türk Tarih Kurumu'nun "Oğuzlar" mütehassısı.

Faruk Sümer (1924-1995) orta çağdaki "Türk" aşiretleriyle meşgul. 1950de Oğuz aşiretleri üzerine yazdığı diploma yazısını genişleterek Edebiyat fakültesinden doktor unvanını alıyor.

Daha sonra "Dil ve Tarih/Coğrafya Fakültesi"nin "Ortaçağ Tarihi Kürsüsü"nde asistan olarak çalışıyor.

1955de "Kara Koyunlu" adlı yazısıyla bu kürsüde doçent, 1963de "Oğuzların destan ve hikayeleri" ile profesör oluyor. 1974 - 1982 arası kürsünün başkanı. Elbette ki "Türk Tarih Kurumu" üyesi.

Sümer'in yukarda cahil ve palavracı olarak nitelendirdiği müverrih "Raşid ad-din".
Adem'den kendi gününe kadar dünya tarihini yazan Raşid gerçekten de palavracı, ama o kadar da cahil değil.

Raşid ad-din Fadl Allah bin Abi al Khayr bin Hamadani (1247 Hamadan- 1318 Tebriz)

TRKIMG20023
Raşid ad-din anıtı. Tebriz, İran.

 

Raşid, musawi (= yahudi) dinine mensuptu. Babası koku ve baharat tüccarıydı. Raşid hekim olarak çalışmaya başladı. 1277de 30 yaşında iken islam dinine dönerek 1291'deki pogromdan kurtuldu. 1291de Mogol İlhanlılar'dan Ghazan'ın sarayına girdi. 1295de Ghazan, belki de onun tesiri ile, islama döndü ve Mahmud Ghazan oldu.

Mahmud Ghazan onu vezir yaptı ve ona Güney Kafkasya ve Anatolia'da büyük toppraklar verdi. Raşid'in himayesi altındaki Azarbaycan'da Tebriz bir bilim merkezi haline geldi.

Literatür: Encyclopaedia Judaica, 1971, TRKLİ20013, Band 13, S. 1365.

Mahmud Ghazan, Raşid'i Mogollar'ın tarihini yazmakla görevlendiriyor. Bu arada cami, hastahane, kitaplık ve dershaneden oluşan bir bina külliyesi emri altına veriliyor.
Burada ilk önce "Ta'rikh -i Ghazani"yi yazıyor.
Ghazan ölünce kardeşi "Olceytü" tahta çıkıyor. Raşid hala vezir kalıyor. Olceytü ondan kitabını genişletmesini istiyor. Böylece 1311de yazılmaya başlanan "Cami at-tawarikh" 1316 yılında bitiyor.
Olceytü şii mezhebine geçince öldürülüyor. 1318de Raşid ve oğlu da idam ediliyor.
1407de Timur'un manyak oğlu Miran Şah, Raşid'in mezarını açtırıyor ve kemikleri Tebrizdeki yahudi mezarlığına naklediliyor.

Cami at- Tawarikh

Kitap dört bölümden oluşuyor:
1) Ta'rikh-i Ghazani: Cingis Han'dan Gazan'ın ölümüne kadar Turk ve Mogol tarihi.
2) (Bu bölüm kayıp) Olceytü iktidarının tarihi, Adem'den Raşid'in kendi zamanına kadar Turkân ve Muhammed dahil Mogol olmayan halkların hikayesi.
3) Şu'ab-i pencgana: Araplar'ın, Yahudiler'in, Mogollar'ın, Franklar'ın ve Çinliler'in soyağacı (kökeni).
4) Suwar al-akalim: Coğrafya bilgileri.

Raşid ad-din Oğuznamesi

Bilindiği üzere, Reşidüdin'in taninmiş eseri Câmi ut-tevarih'de "Türkler'in ve Oğuz'un tarihi ve onun (yani Oğuz Han'ın) cihangirliğinin hikâyesi" adını taşıyan bir bölüm vardır.
Bu bölüm başlıca vasıfları ile bir Oğuzname'dir. Yani burada pek az bir istisna ile Türkiye Türkleri'nin ataları olan Oğuzlar'a dair destani mahiyette bilgiler verilmektedir.

(...)

Târih-i Türkân û Oğuz û hikâyet-i cihangirî-i û. Burada Cami' ut-tevârih'in İstanbul kütüphanelerinde bulunan 4 nüshası kullanılmıştır. Bunlardan ikisi müellifin hayatında istinsah edilmis nüshalar olup, ikisi de renkli minyatürlüdür. Bu iki nüshadan 714 (1314) istinsah tarihini taşıyanı, Hafiz-i Ebrû'nun Mecmuası içinde yer almıştır (Topkapu sarayı, Hazine kütüphanesi, nr. 1653, konumuzu teşkil eden bölüm, eserin 375 b ;39i a yaprakları arasındadır).

Sümer, 1963, B63B/1, S. 359

Yalnız Faruk Sümer'i değil, beni de özellikle bu Oğuzname ilgilendiriyor. "14. yüzyılda destan nasıl yazılırdı?" konusunu araştıran birisi için Raşid'in kitabı ilginç olabilir. Bundan başka philologlar için kullandığı Farsça ve anlatım san'atı incelenmeğe değer. Ama tarihi olguları araştıran bir tarihçi için kitabın hiç bir değeri yoktur.

Hal böyleyse Oğuzname ile neden ugraşıyoruz?

Mehmet Emin Bars Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Halk Bilimi'nde doktora ögrencisi. Bakalım bu konuda ne düşünüyor:

Oğuz Kağan Destanı bugün elimizde bulunan eski Türk destanlarının en önemlilerinden biridir. Oğuz Kağan Destanı bütün Türk milletinin destanî hayatını dile getiren büyük bir eserdir.
(...)
The epic of Oguz Kaan is one of the most prominent Turkish epics existing at hand today. The epic of Oguz Kaan is a masterpiece which expresses all the Turkish Notion’s
(herhalde Nation olacak, MGS) heroic life.

İnternet Kaynakları: Bars, 14. 01. 2019, B63B/2

Bunu aklın diline çevirirsek "Bütün Türk Milleti'nin kahramanlık tarihi dolandırıcılıktan ibarettir" dememiz gerekiyor.

Daha ilerde görecegimiz gibi, Raşid'in palavraları önce Osmanlı tarihinin sonra da TC resmi tarihinin şekillenmesinde büyük rol oynuyor.

Sümer'i tekralayalım:
“Türkiye Türkleri'nin ataları olan Oğuzlar".

TC vatandasları, saıları elliyi aşan Osmanlı halklarının çocukları. Sümer bunu göremeyecek kadar aptal değil. Sümer aslında Raşid'in kitabını ciddi bir şekilde inceliyor ve eleştiriyor. Ama yine de TCnin emir kulu olmaktan çıkamıyor. Diğer resmi TC tarihçileri gibi, TC vatandaşlarını bu yalana inandırmak için onların vergilerinden maaş alıyor.

Raşid bu kitabı neden yazıyor?

Bu Oguznâme'nin yazılmasına sebep olan âmil, üzerinde durulması gereken önemli bir husustur. Gerçekten böyle bir eserin yazdırılması şüphesiz ki en çok Selçuklu hanedanından beklenebilirdi. Fakat onların bu mahiyette bir eser yazdırdıklarını bilmiyoruz. Bu Oğuznâme ise İran Moğol Hanları tarafından yazdırılmış büyük tarihin içinde bulunmaktadır. Bilindiği gibi, Moğollar Türk ve İslâm ülkelerine geldikten bir müddet sonra, Müslümanlar'ın kendilerini Türk saymaları üzerine bu adı benimsediler. Esasen her yerde türk çoğunluğu içinde kalmışlar, sür'atle türkleşmeğe başlamışlardı. Bunun neticesinde onlar Türklük şuurunun temsilcileri oldular ki, bunun en güzel delilini bize Câmi'ut-tevârih vermektedir. Bu eserde, Moğollar'ın yanında Türk ellerine de önemle yer verilmiş ve Türkmenler'in ensabı Câmi'ut tevârih'in I. cildinin başinda -Moğollar'ın ensabından da önce- yazılmıştır. Gerek bu ensab bölümünde, gerek bu eserde, sadece Oğuz veya Türkmenler'in ensab ve destanî tarihlerinden bahsedilmiş, öteki Türk ellerinin ise hemen yalnız adları zikrolunup ne ensab ne de tarihleri yazılmıştır. Bu husus, tabiatiyle, Türkmenler'in eserin yazıldığı devirde, Moğollar katında önemli bir siyasî mevkie sahip olmalarından ileri gelmiyor. Çünkü, ortada böyle bir vakıa yoktur. Aksine Türkmenler'in umumiyetle her yerde Moğollar'a karşı koydukları görülüyor. Hattâ bu yüzden, Türkiye'deki Türkmenler, Moğollar'ın şiddetli takiplerine maruz kalmışlardır. Türkmenler'in ensab ve destânî tarihlerine Moğol resmî tarihi olan Câmi'ut-tevârih''de ehemmiyetle yer verilmesi, tabiî eserin yazıldığı sırada onların kavmî varlıklarını kuvvetle muhafaza etmeleri ve mazilerinin de zengin olmasından ileri gelmektedir.

Sümer, 1963, B63B/1, S. 386

"Moğollar'ın Türklük şuuru"ndan ancak bir TC tarihçisi bahsedebilir. İbn Bibi'den biliyoruz ki, Selçuklular'in baş düşmanı Etrak'tı. Selçuklular, "Oğuz" diye bir kavramı belki de hiç duymadılar.

Raşid Türk olmadığı gibi Mogol da değil. Onun görevi, kendisine olağanüstü bir zenginlik ve iktidar bağışlayan Mogol hükümdarlarını hoşnut etmek.

Eğer yalnız vezirliğini yaptığı hükümdarların hikayesini yazsa, gelecek nesiller kendisinin yem çanağını dolduranlara yağ çektiğini düşünecekler. Bunun için Raşid "dünya tarihini" yazıyor. İlk "dünya tarihi"nin kendi emriyle yazılması Mogol hükümdarı için büyük bir şeref.
Raşid'in "Türkler"e karşı özel bir sevgi ve hayranlığı oldugunu iddia etmek zırvalamaktır. Kitabında yalnız Turkân'ın değil, Çinliler'in, Araplar'ın, Franklar'ın, ve Mogollar'ın gûya "tarih"ini yazıyor.

Tebriz'de bir kütüphane'nin Raşid'in emrine verildiğini biliyoruz. Fakat bu kütüpphanede hangi kitapların bulunduğunu bilmiyoruz. Raşid sadece duyduklarını yazıyor, hükümdarlara aşağı yukarı bir hanedan soyağacı kurmak için keyfine göre coğrafi isimleri, olay tarihlerini ve özel isimleri değiştiriyor.

Üzerinde bu kadar laf ettiğimiz kitabı artık açalım:

"Bu bahse Türkler'in ilk Hükümdarının Nuh Peygamberoğlu Yâfes olduğu ifadesi ile başlanmakta ve Yâfes'in tütkçede Ulcay Han adını taşıdığı söylenmektedir.

Sümer, 1963, B63B/1, S. 2.

Nuh'un oglu Yafes? Biz bu zırvayı tanıyoruz. Bunu Kaşgarlı Mahmud da anlatıyor. Raşid Mahmud'un kitabını okudu mu? İhtimal çok az. Vezir Raşid'in kitabı kendi verasetiyle her sene çok sayıda Arapça ve Farsça olrak kopya edilip çoğaltılıyor. Daha sonra bir çoğu siyasi sebeplerle imha edilmesine rağmen çok sayıda kopya hala elimizde. Hatta Uygurca kopyalar günümüze ulaşıyor. Raşid'in kitabı Ortaçağ'ın "Harry Potter"i.

"Turk" Mahmud'un kitabı 20. yüzyılın sahte "Türkler"inden başka kimseyi ilgilendirmiyor.

Raşid bu zırvayı nereden biliyor?

 

TRKIMG20026
Nuh Peygamber'in kökeni

 

Bu yazı 17. Ocak 2019'da yayınlanmıştı. İnternet okuyucularımdan Sayın Fırat Brusk bana burada gördüğünüz tabelaları gönderdi ve 22 Şubat tarihinde bu tabelaları yazıma ekledim. Sayın Brusk'a çok teşekkür ederim.

 

 

İsrailoğulları binlerce yıllık antik devrin masallarını binlerce yılda Eski Ahid (=Tora)'de yazıya döküyor. Burada Peygamber Nuh'un kökeni yukarıdaki şekilde gösteriliyor. Burada Japheth Nuh'un oğlu.

 

TRKIMG20027
Japheth'in neslinden gelenler.

 

Burada geçen Magog, Tubal, Meshech adlarıyla bu cildin ilk bölümünde meşgul olduk. Antik devrin masal kahramanları hristiyanlıkta "Gog ve Magog", islamda "Yecuc ve Mecuc" olarak öcü imajları isimleri haline geliyor ve zamanı gelince "Türk" için synonym oalarak kullanılıyor.

Orta Asya'dan gelen göçebeler okuma yazma bilmiyor ama, Araplar'dan, kısmen manzum olarak, sözlü tarih (masal, hikaye) anlatma geleneğini öğreniyorlar.

Sözlü anlatım yoluyla antik devrin isimleri Kaşgarlı Mahmud ve Rşidd ud-Din'e kadar geliyor.

Tora'da elbette ki Yafes'in oğlu Olcay yahut Oguz yok. Ama sözlü anlatımın metamorfozunda palavranın sınırı da yok.

 

Orta çağın kabaresi: Oğuz Türkleri

Orta çağda sinema yok, televizyon yok, internet yok... Ama hükümdarların erkek ve dişi seks köleleri, soytarılar, cüceler vbg. çeşitli eğlenceleri var.
Hükümdarları eğlendiren önemli saray görevlilerinden biri de "Meddah".
İslam Arap ve Fars dünyasında masal anlatma san'ati zirveye ulaşıyor. (Binbir gece masalları).
Bu masallar yüzyıllarca, gittikçe renklenerek metamorfoza uğradıktan sonra günün birinde ulema tarafından yazıya geçiriliyor ve bu çok değerli el yazmalarına devrin nakkaşları değerli minyatürler koyuyorlar.

Mahmud'un ve Raşid'in ortak kaynakları meddahlardır.

Meddah, Arapça "mdh" (=övgü) kökünden geliyor. "Madaha" övmek demek. Meddah'lar kendilerine para verenleri övüyorlar.
Meddahlar yalnız masalcı değil, aynı zamanda oyuncu. Meddahlık göt yalamanın yüksek oyunculuk san'atı.
Suratlarının ve vücutlarının bütün kaslarını kullanarak Sultanı eğlendiriyorlar. Bu arada çeşitli insan, hayvan ve doğa seslerini taklit ediyorlar.
Bazı Arap ülkelerinde bu sanat hala yaşıyor. Ben görebildiğim misallere hayran oldum.

Meddahlık san'ati "show business"e girer. Tarihi kostümlü Hollywood filmlerinde önemli olan tarihi gerçeklere riayet etmek degil, seyirciyi eğlendirmektir.

Saraylarda meddahlar hükümdarları tarih bahsinde "eğitirken" göçebeler cahil mi kalıyorlar? Onların da meddahları var. "Turk dilli"ler bunlara "dede", "ozan", daha sonra da "aşuk" diyorlar.
Bunlar "destan" okuyorlar.

Bütün destanlar, meddahlardan kopyayla "Ey Han'ım!" diye başlıyor. Yani bu devirde hükümdarın kıçını yalamadan "tarih" anlatılmıyor.

Tekrar Sümer'e dönelim:

Bu bahse Türkler'in ilk Hükümdarının Nuh Peygamber oğlu Yâfes olduğu ifadesi ile başlanmakta ve Yâfes'in türkçe Ulcay Han adını taşıdığı söylenmektedir. Ulcay sözünün moðolca olduğu malûmdur.
(...)
Olcay adı Câmi'ut-tevârih'in diğer bazi yazmalarında- tabiî yanlış olarak- Ebulca şeklinde olup bunlardan da diğer bir çok eserlere aynı şekilde geçmiş ve bu yanlış ad, doğrusundan daha çok tanınmıştır. Meselâ Yazıcıoğlu'nda (Tarih-i âl-i Selçuk, Topkapu Sarayı, Revan köşkü ktp., nr. 1390, s. 12,13), Hasan b. Mahmud Bayati'nin Câm- i Cem âyin'inde (İstanbul, 1331, s. 18) ve diğer bir çok eserlerde böyledir (yani Ebulca). Neşrî'de (Cihannümâ, M. A. Köymen ve F. R. UNAT yayını, T.T.K., Ankara, 1949, s. 9), kelime, Bulcas şeklindedir.

Sümer, 1963, B63B/1, S. 360

Nasıl oluyorda Yafes'in Türkçe adı Mogolca Olcay oluyor? Cevabı basit:
Raşid'in bu kitabı yazmasını emreden Mogol hükümdarının ismi Olceytü.

Olcay Han'dan sonra yerine Dib Yavku geçiyor. Dib sözünün taht ve yavku'nun da elin başı, ulusu anlamında olduğu kaydedilmektedir. Fakat ikinci rivayet bölümünde çok geçecek olan yavku'nun hükümdarlık unvanı olduğu kesin olarak bilinmemektedir. Dib Yavku'ya dört oğlundan Kara Han halef oluyor. Kara Han ve ondan önceki Dib Yavku, hükümdar adları olarak ileride bir daha geçecektir. Oğuz Han, işte bu Kara Han'ın oğludur. Oğuz olağan üstü bir şekilde doğuyor; bir yaşında konuşmaya başlayarak "sarayda doğduğum için (?) adım Oğuz konmalıdır" diyor. Oğuz ergenlik çağına girince tek bir varlığa yani Ta'nrı'ya tapmaya başladı; ailesi (uruk) ve eli ise puta tapıyordu. Bu yüzden çok geçmeden baba ile oğlun araları açıldı ve bu, kanlı bir çarpışmaya kadar gitti. Savaşı Oğuz kazandı. Babası Kara Han , amcalalarından Kür Han ve Küz Han ? öldüler. Oğuz babasının yerine geçti; fakat amcalarının oğulları ile pek uzun bir zaman (75 yıl deniyor) uğraşmak zorunda kaldı; en sonunda onların pek çoğunu yok etti ve geri kalanları da Kara Kurum taraflarına sğrdü. Onlar orada Tuğla ırmağı kıyısında yurt tutdular. Oğuz onlara Muval adını verdi ki, bu kelimenin anlamı, bunlu, saf (sade dil), zavallı demekmiş. Destanda ilâve edildiğine göre, Türkmenler'in kanaatınca, Moğollar, Oğuz Han'ın, eski dinlerinde kalmakta inad ettiklerinden ötürü Karakurum taraflarına sürdüğü, amcaları, Orhan , Gür Han ve Küz ? Han'ın oğullarından türemişler ise de, onlardan yani Oğuz Han'ın bu akrabalarından kimlerin geldikleri doğru olarak bilinemiyormuş. Bu mücadeleler esnasında Oğuz Han'ın buyruğunda bulunanlara bizzat bu müstakbel cihangir, Uygur adını vermiştir ki, bu sözün de anlamı uyan, tâbi olan anlamına geliyormuş.

Sümer, 1963, B63B/1, S. 361

Böylece Türkler, Moğollar, ve Uygurlar'ın nereden geldiklerini öğrendik. Bakalım Selçuklular nereden geliyor:

 

Bibliyografik kaynaklar
İnternet Kaynakları
İkonografik kaynaklar
Literatür
geri
devam